"Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor.."

          




EROL EVGİN konserinde ağlamak!

Yıl 2021, günlerden 6 Ağustos, saatler 21.30 u gösteriyor.

Şehir İstanbul, olay yeri Harbiye Açık Hava Tiyatrosu.

Morale ihtiyacın var, düşünme, git Erol Evgin konserine. Şarkılar bizi söyler, şarkılar ilaçtır, şimdi daha çok ihtiyacın var şarkılara diyor iç sesim. İç sesim bu sıralar bana çok şey söylüyor!

Sessiz, sakin bekliyor seyirci, her zamanki gibi değil tiyatro, tuhaf bir hüzün var havada. Seyirci az mı çok mu, belli değil. Hani kalabalık gibi gözüküyor, ama değil. Bir boş bir dolu koltuklardan mı öyle gözüküyor? Hayatımız da tıpkı o koltuklar gibi bir dolu bir boş! Kimse yanındakiyle konuşmuyor, insanlar boş gözlerle sahneye bakıyor, yıllardır seyirciyi büyüleyen şatafat kalmamış sanki Harbiye Açık Hava Tiyatrosunda. Barkovizyonda dönen digital roman okumaları kimsenin ilgisini çekmiyor, bir an önce Erol Evgin'in sahneye çıkması bekleniyor. Islak mendillerle koltuklar siliniyor, keskin bir kolonya kokusu duyuluyor, maskeli yüzler tanınmıyor, bir gölge gibi takip ediyor arkadaki öndekini.

Dostoyevski romanından fırlamış karakterlere benzeyen  maskeli Erol Evgin sevenler, sevenlerin kalbine kurulmuş tahta oturur gibi oturuyorlar kolonya kokulu tiyatro koltuklarına. 

Önce müzisyenler sahnedeki yerine alıyor. İçimde tuhaf bir kıpırtı, hayırdır! Kendimi yokluyorum, hissiyatımı anlamakta zorluk çekiyorum. Enstrümanların deneme sesleri içimi buruyor, enstrümanlarından başka satacak hiçbir şeyleri olmadığı için intihar eden 103 müzisyeni düşünüyorum. İçimdeki his giderek koyulaşıyor, ülkedeki yangın ateşinin içine bir kor olarak düşüyor. 

Ve işte, eflatun tafta ceketi, tiril tiril beyaz pantolonu, olanca zarafetiyle Erol Evgin sahnede yerini alıyor. Alkışlarım diğer alkış seslerine karışıyor. Alkış sesleri bile cılız; dedim ya tuhaf bir duygu var havada. Hepimiz oradayız, Erol Evgin dinlemeye gelmişiz, biraz nefes almaya, soluklanmaya, bedenimiz kolonya kokulu koltuklarda, aklımız başka yerde. 

Derken, "Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor/ Nerede nasıl yaşadım, bir de bana sor..." şarkısını söylemeye başlıyor Erol Evgin. Söylemeye çalışıyorum, kelimeler boğazıma diziliyor. Gözümden akan yaşları durduramıyorum. İçimi çeke çeke ağlıyorum. Yanımda oturan arkadaşım, Erol Evgin konserinde ağlayan kadını anlamak istermiş gibi şaşkın şaşkın bakıyor. Ben anlamıyorum o nereden anlasın! Herkes mi ağlıyor, yoksa tek ağlayan ben miyim? Her yer karanlık, göremiyorum. Sahnedeki ışıltıya konsantre olmuş insan gölgeleri dolaşıyor Açık Havada. Gerçekte de her yer karanlık, sadece sahneler parlak. Sahnelerin ışıkları hiç sönmesin, parlaklığı aydınlatsın içimizi. Şarkının sonunda Erol Evgin'in neşesini bekliyorum, meşhur fıkralarını anlatmasını istiyorum, onun da tadı tuzu yok, o da bizim gibi. Şarkılar arka arkaya akıyor, ara sıra güzel fıkralar anlatıyor, bizi keyiflendirmeye çalışıyor. Ben ağlamaya devam ediyorum! Sanki bu konseri beklemişim ağlamak için. Göz yaşlarım birikmiş birikmiş, pınarları, bentleri yıkıp geçmek istiyor sanki. 

"Ben İmkansız Aşklar İçin Yaratılmışım", "Sevdan Olmasa",  "İşte Öyle Bir Şey", "Ateşle Oynama"...

Şarkılar peş peşe akıyor. Şarkılar bizi söylüyor. Şarkılar "Ateşle Oynama" diyor. 

Ateşle oynuyor ülke! Ülkenin neşesi yok. Ülkenin acısı, kederi bitmiyor. Erol Evgin konserinde bile ağlıyor kadınlar! 

Metin Akpınar için yapılan "İyi ki Yapmışım" belgeselini seyrederken de ağlıyorum, Nedret Güvenç'in ölümüne ağlıyorum, bitmez tükenmez derin bir kuyunun içine düşmüş gibi ağlıyorum günlerdir. Tuhaf olan tek şey, gözyaşlarımın kurumaması, her koşulda, her şartta akıyor gözümdeki yaşlar. Kopkoyu bir mutsuzluk hali yok mu sizde de?

Birden fark ediyorum ki, aslında ben, Erol Evgin'in, Metin Akpınar'ın, Nedret Güvenç'in temsil ettiği Türkiye'nin yok olup gitmesine ağlıyorum. Elimizden kayıp giden güzel ülkem için, "Eski Türkiye" yi kaybettiğimiz için ağlıyorum. Neşemizi çaldılar! Eğlencemizi kursağımıza tıktılar. Gülüşlerimize ipotek koydular!

"Oldies but goldies" zamanlarının hokus pokus ile yok edilmesini içime sindiremiyorum.

Zeki- Metin ikilisinin kabarelerine ihtiyacımız var, Nedret Güvenç'in Darülbedayi'de oynadığı "Kanlı Düğün" oyununu seyretmek ilaç gibi gelecek hepimize.  Erol Evgin'in TRT de "Aileler Yarışıyor" yıllarına ışınlanalım, işte o an sanki herkes aniden mutlu olacak gibi hissediyorum. "İşte o an bir fırtına kopacak, yer yerinden oynayacak" sanki! 

"Eski Türkiye" demeyelim, gerçek Türkiye diyelim. O güzel insanlar, o güzel atlara binip gittikten sonra gerçekten bir hayli uzaklaştık, alevlerin ormanları, insanları sardığı bir yangının ortasına düştük. Hiçbir şeyin tadı tuzu kalmadı, sütün kaymağı ekşidi, çayın demi süzüldü. 

Zeki Alasya, Devekuşu Kabare kulisinde Metin Akpınar'a "Metoo" diye seslensin, Nedret Güvenç, "Nasılsın Karakaş" desin, Erol Evgin konserlerinde dans eden kadınlar geri gelsin. 

Mümkünlerin kıyısındayız. Enseyi karartmak yok, bir gün o mümkünler gerçekleşecek. Hep ağlamayacağız, gülüşlerimiz geri gelecek, dudaklarımızın kenarına yerleşecek. 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir." M. Kemal Atatürk