BİLGE BİR KİŞİLİK, TERTEMİZ BİR KALP: EROL KESKİN



                                       

ULU MANİTU!

Mesleğimin en güzel yanlarından biri, hayatım boyunca, belki hiç tanışmayacağım, hiç karşılaşmayacağım insanları yakından tanıma fırsatı vermiş olmasıdır . Meslek hayatım boyunca birbirinden kıymetli, yaratıcı, nefis insanlar tanıdım. Kimini daha yakından tanıdım, kiminden uzak durdum. Yakından tanıdıklarımla arkadaş oldum, dostluk yaptım, sohbetlerine iştirak ettim, öğretilerinden faydalandım. Sanatsal yeterlilik sınavını onlarla çalışarak elde edeceğimi biliyordum. O insanlar tılsımlıydı, onlara kucak açmazsam, saf salak geldiğim bu dünyadan yine saf salak gidecektim. Onlardan biriydi Erol Keskin; sanat için yaratılmış, tertemiz bir ruhtu. Yakından tanıyan herkes onun bu hayata oyunculuk yapmak için gönderildiğini bilirdi. Ömrüm boyunca beni hiç terk etmeyecek olağanüstü anılar bıraktı, borcum var "Hoca" lığına. 

Her şeyin değersizleştirildiği, içinin boşaltıldığı, sanılanın aksine, sanatın önemsizleştirilmeye çalışıldığı, magazinin baş tacı edildiği, popülerlik uğruna kıymetlinin yok sayıldığı, şöhretin tek çıkar yol olduğu, yeteneğin değil, edepsizliğin yüceltildiği, sansasyonu olanın bolca konuşulduğu bu müptezel çağda, Erol Keskin gibi bir ustaya çok şey borçlu olduğumu düşünüyorum. 

Aydınlık Türkiye'nin en özel isimlerinden biriydi Erol Keskin, gerçek bir entelektüeldi. Sınır tanımayan bilgi hazinesiyle büyülerdi insanı. Felsefeden sosyolojiye, siyasetten teolojiye, her konuda bilgi sahibi, uyduruk işlere prim vermeyen, ama mütevazılığı, üzerinden neredeyse hiç çıkarmadığı keçe yeleği gibi doğallıkla taşıyan bir insandı. Tiyatro sanatının terzisiydi, keser biçer, şekil verirdi mesleğe. Aynı oranda tasarımcıydı, yoğurur, biçimlendirir, kıvamı bulana kadar uğraşır, yöntemlerini meslek atölyesinde meraklısına giydirirdi. Avını bekler gibi beklerdi öğrenmek isteyen çömezleri, iyi koku alırdı, arkasını dönmez, etrafına toplardı hepsini. Tai Chi Chuan tekniğini öğrenmek için peşinden az koşturmadım. Büyük sanatçıların peşinden koşmak gerekirdi, koşmayan kaybederdi. Hep diri kalan bedeniyle, hepimizi pert ederek bitirirdi dersleri. Sakin ve dingin, "öğreneceksiniz" derdi. Hiçbir zaman öğrenemeyeceğimizi, onun kadar öğrenci kalamayacağımızı, yetkin olamayacağımızı bilirdi, ama heves kırmazdı. Biz de bilirdik, hevesimiz bitince başka öğretilere doğru yönümüzü değiştirirdik. Her zaman her yerde karşımıza çıkardı, çünkü tiyatronun pusulasıydı, yönünü kaybedene ışık tutardı. 

Düşleri, düşünceleri, eylemleri, eserleri, bizim boyumuzu aşardı, sanat serüveninde dört nala koşardı; yakalayana aşk olsun. 

Önce Erol Keskin'i sonra Suna Keskin'i tanıdım. Tanımak sözcüğünü laf olsun diye kullanmadım, gerçekten tanıdım. İkisiyle de çalıştım, dostluk yaptım, çok şey öğrendim, insanlıklarından feyz aldım. Onlar sadece karı koca değil, bir makinenin birbiriyle bağlantılı, ayrılmaz parçalarıydı. Birini yerinden sökersen makine dağılır, çalışmaz olurdu. Hani bazı insanların birlikteliği, sadece kendileri için değil, çevresindeki insanlar için de fayda sağlar, işte bu çift bunun en güzel örneğiydi. Hayat onlara torpilli davranmış, birbirlerini bulma şansı vermişti. İki güzel ruhun buluşması, benim onları tanımam, hayatın bana vermiş olduğu en büyük şanslardan biriydi. Suna Keskin, "Hocam" dediği o güzel insana çok iyi baktı, eminim hayat da Suna Keskin'e çok iyi bakacak, tıpkı hocasını koruyup kolladığı gibi onu şefkatli kollarıyla sarıp sarmalayacak. 

2004 yılı, Şehir Tiyatrolarında Refik Erduran'ın yazdığı "Cengiz Han'ın Bisikleti" oyunu sahnelenecek, oyunu Erol Keskin yönetecekti. Oyun castına "cezalı" olarak asistan yazmışlar ismimi! Kim bilir ne yapmıştım, yine kime işe yaramaz demiştim! Erol Keskin'e "asistan" olmanın ceza değil ödül olduğunu unutanlar aslında bana kıyak yapmışlardı. Ustalara asistanlık yaptığım günlerin mirasını yedim sonra oturduğum reji masalarında. Usta- Çırak ilişkisi tiyatro sanatında tamamlayıcı, yol gösterici bir modeldi, şimdi herkes "usta", herkes "rol model". Erol Abiyle komşuyduk; hem komşu hem asistan kadrosundan, hiç yüksünmeden, beni her gün duraktan arabayla alır, provaya birlikte gider gelirdik. Disiplininden o kadar çekinirdim ki, mutlaka zamanından önce giderdim, arabasının Topağacı'ından inişini beklerdim. Birlikte çalıştığımız yıllarda Suna Keskin'de az taşımamıştır beni provaya. Allah'ın şanslı kullarından biri olduğumu şuraya not edeyim, herkes bilsin. Yol boyunca neler konuşurduk neler, Moliere sevdiğimi öğrenince, Moliere oyunlarındaki oyunculuk biçimini anlatırdı. Moliere, Beşiktaş- Gaziosmanpaşa arasındaki yolculuğumuzda baş köşeye otururdu. Şoför sıkılır mıydı, bu Moliere'de kim der miydi acaba? Moliere'in, sahnede oyun oynarken kan kusarak öldüğünü ilk kez o yolculuklardan birinde öğrenmiştim. 

Tiyatro yönetimi affetmiş olmalı ki, bir yıl sonra, 2005- 2006 tiyatro sezonunda Oktay Rıfat"ın yazdığı "Yağmur Sıkıntısı" oyununda oyuncu olarak görevlendirmişti beni. Erol Keskin'le bu kez Yönetmen- Oyuncu olarak çalışma fırsatı bulmuştum. Kendince bir yol izler, kimsenin karışmasına izin vermez, doğru bildiği yoldan şaşmazdı. Değişik bir prova dönemi geçirmiştik, olup biten hiçbir saçmalıkla ilgilenmez, şaşkınlıkla dinlerdi şikayetlerimi. Öğrendiklerimi cebime koyarak ve gülümseyerek hatırlarım o günleri. 

Bilge bir ruh, tertemiz bir kalp veda etti bu dünyaya. Hayat biraz daha sıkıcı, biraz daha girdaplı bir hal aldı. Hayat daima akacak, Erol Keskin'i elimizden alan bu hayat bizim gözümüzün yaşına bakmayacak. 

Muhsin Ertuğrul Tiyatrosunun sofitasında sallanacak replikleri, Üsküdar Müsahipzade Tiyatrosunun koltuklarında oturacak sureti, Fatih Reşat Nuri Güntekin Tiyatrosunda duyulacak sesi. Teşvikiye'nin kaldırımlarında yürüyecek, Darülbedayi Sokağından süzülecek. Yaşadığı, hayat bulduğu yerleri hiç terk etmeyecek. Erol Keskin gibi insanlar böyledir, gider gibi yapar, gitmezler, daima hayatın yakasına asılı kalırlar. Gölgesi aydınlatır dünyayı, tiyatroyu arşınlar adımları. 

Güle güle Ulu Manitu.  
Ruhu şad olsun. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir." M. Kemal Atatürk

"Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor.."