"Bir insan seçilemeyeceğini bile bile niye aday olur?"
N A S İ P S E A D A Y I Z
"Aday adaylarımızdan, kıymetlimizzz Kemal Günerrrrr" anonsunu duyduğu an, az tedirgin, çok güvenli, epey pişman, kırık dökük sahneye çıkar Dr. Kemal Güner Bey. Masalara dağıtılmış naylon tabaklardaki bayat kurabiyeleri, limonataya benzeyen, özünde oralet olan içecekle yutmaya çalışan ahali onu dinliyormuş gibi yapar, Kemal Bey de konuşuyormuş gibi yapar. Nice adaylıkların açıklanıp unutulduğu düğün salonunda her şey mış gibi yapılır, adaylık açıklanır, aday adayı olan o an kendini seçilmiş hisseder. Bütün prodüksiyon bu yanılsama uğruna heba olur! Masa altında cilalanan kadehler mideye inerken gözler kayar, ortalık buğulanır, bıyıklılar masada ilk gözüne kestirdiği kadına asılır. Yepyeni bir siyasi arena hazırlanır, bir süre idare edilir. Ülke siyaseti bu vasatlıkla ileri geri gider gelir, gider gelir, sonra tamamen geride kalır.
"Nasipse Adayız" filmi, siyasete soyunmuş Dr.Kemal Güner'in aday adaylığı sürecini anlatıyor, ülkenin siyasi topoğrafyasını çıkarıyor. Kemal Güner'in siyaset macerasına adım attığı ilk günü çoğu zaman gülerek izledim. Hicvedilen siyaset olunca gülmek zorunlu oluyor! Trajik bir hikayenin bizi böylesine eğlendirmesi tesadüf değildir; biliriz ki, tragedyalar gün gelir ete kana bürünmüş bir komediye dönüşür.
Tanışıklığım olan arenayı, tam unutmuşken yeniden hatırladım, covid beni kovalıyor sandım!
*Asansörün dışına itilen "esas çocuk",
*Hep beklenen, sürekli geciken, çok meşgul "1 Numara"
*otel lobisinde ayakkabı parlatma.
* Yenilenmesi gereken dişlerin cebe atılması,
* Macron'in internet sitesinin Türk siyasetçisi için birebir kopyalanması 😜 gibi detaylar filmin unutulmaz sahneleri olmuş. Gördüğümüz diğer saçma siyasi ilişkileri keşke hemen unutsak, kayıtlardan silsek! Ercan Kesal filmini çekmiş, müthiş siyasi gözlemlerini tarihe not olarak düşmüş, bize de izlemek düşüyor. Nasılsa film deyip geçemiyoruz, çoğunun gerçek olduğunu biliyoruz, dolayısıyla unutmak zor. O ilişkiler ağı zift gibi yapışmış düğün salonlarına, otel lobilerine, yıka yıka çıkmamış, isli sisli kokunun nedeni hep bundan. Sıkmayan, seyir keyfi veren sahnelerin hemen arkasından gelen uzun planlar tempoyu düşürüyor. Bir plandan diğer plana geçişler çoğunlukla sıkıntılı. Yazan, yöneten, oynayan aynı kişi olunca bu tür tıkanmalar olabiliyor. Yönetmenin ilk uzun metraj filmi olmasından kaynaklanıyor belki de.
Filmi izledikten sonra kitabı merak ettim, hemen sipariş verdim heyecanla bekliyorum. Aday adaylığı süreci kitapta uzun zamana yayılmışken, filmde bir güne sığdırılmış. Her ne kadar uzun planlar sıkıyorsa da, bir güne sığdırılan hikaye ile film toparlanmış, dinamik hale gelmiş. 2000'lerin başında Beyoğlu Belediye Başkan adaylık sürecini otobiyografik film olarak çekmiş Ercan Kesal. Böylece biz de siyasetin değişmeyen arka planını göstermiş.
Bu kadar vasat, sıradan işin arasında pırıl pırıl parlıyor "Nasipse Adayız" filmi. Doktor Kemal Beyoğlu'nun çaresi olmayacak belli, adını bile hatırlamayan 1 Numara neden onu aday yapsın ki! Olmadığı iyi olmuş, yoksa biz bu hikayeden mahrum kalacaktık. Ercan Kesal Beyoğlu halkına değil sinema seyircisine çare olmuş. Dünyanın en önemli film festivallerinden biri olan Rotterdam Film Festivalinde dünya prömiyerini yapmış filmi izlemek sinema salonlarına değil Netflix'e nasip oldu. Ahlaki çürümüşlüğü, vicdan kokuşmasını, dalavereyi, memleketçiliği, ast- üst ilişkilerini, tiksintiyle seyredip, başımıza gelmez inşallah deyip derin bir oh çekerek temiz kanepemize uzanıyoruz.
Üç Maymun, Bir Zamanlar Anadolu'da, Yozgat Blues'un, senaryolarında imzası olan Ercan Kesal'ın, katkı sunduğu hikayelerindeki gerçekliğe ne kadar inanıyorsam, oyunculuğuna da o derece çekimser yaklaşıyorum. Onu izlerken garip bir paradoks yaşıyorum; oynadığı karakterler seyirciyi bir taraftan ikna ederken diğer taraftan hep aynı durağan oyunculuğuyla da topu taca atıyor. Karakterleri giymiyor, etol gibi sırtına alıyor. Hep aynı bakışlar, hep aynı beden dili değişmeli belki. Oyuncu kendini farklı renklere kapamamalı, keşfetmek için dibe dalmalı. Bir filmi yönetirken oynamak zordur, karakter oyuncunun elinden kaçıp gidebilir. "Karıncanın yükü kendine ağırdır" diyelim!
Gerçek hayatta Ercan Kesal'la evli olan Nazan Kesal, filmde Dr Kemal'in boşandığı eşi Figen karakterini oynamış. Otobiyografik bir filmde bu rastlaşma çok sürpriz olmamış, tam tersine olması gereken olmuş. Tek sahneyle iz bırakıp salınarak ayrılırken sigarasının dumanına karışan güzel bir parfüm kokusu bırakıyor arkasında Figen. Belki bana öyle geliyor! Nazan Kesal'ın oyunculuğunu dizilerden değil oynadığı tiyatro oyunlardan izlerseniz ne demek istediğimi anlarsınız. İran şiirinin isyankar şairi Furuğ Ferruhzad'ın hayat hikayesini anlatan, Şebnem İşigüzel'in yazdığı, Berfin Zendirlioğlu'nun yönettiği "Yaralarım Aşktandır" oyunu da covid mağduru tiyatro oyunlarından biri. Bu saçma zamanlar geçince, tiyatrolar açılınca mutlaka izlemenizi öneririm. Nazan Kesal'ın bir karakteri nasıl giyindiğini, karakterin kumaşını nasıl kendine yakıştırarak taşıdığını göreceksiniz.
PR cı, planlayıcı, organizatör bir kadın karakteri böyle bir filmin olmazsa olmazlarından kuşkusuz. Olamasaydı gerçek hayatın hicvedildiği film eksik olurdu. Hah işte, o kadın Arzu'nun kalem eteğinde, topuklu ayakkabılarında yükseliyor. Selin Yeninci en küçük detayı atlamadan oynamış. 👍 2020 Adana Altın Koza Film Festivalinde "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü'nü boşuna almamış.
Neden var dediğim baş ve son sahne dışında filmi beğendim. Üstelik son sahne çok güzel yazılmış ve iyi oynanmış, ama bir yere bağlanmamış, eklektik kalmış.
Eve mis gibi bir film gelmiş, NASİPSE İZLEYİN.

������
YanıtlaSil