KÜÇÜKLERİN GÖZLERİNDEN BÜYÜKLERİN ELLERİNDEN ÖPERİM TARİH OLDU.

 

                   


                              Pandemik Bayramlar!

Sarılmadan, öpüşmeden, koklaşmadan geçen dördüncü bayram.

Ardı arkası kesilmeyen kötü haberlerle geçen dört bayram.

Nefes kesen 18 Ay, 540 gün.

Bir kış, iki bahar, iki yaz, dört bayram. 

Toprakla buluşanlar, hastalıkla boğuşanlar, sağ kalanlar, hayatı ıskalayanlar, dert sahibi olanlar, psikolojisi bozulanlar, işini kaybedenler, intihar edenler, arayı açanlar, arayı bulanlar, evlenenler, boşananlar, ölenler, öldürülenler, güneşe gömülmeyenler...

Zaman hızla akıp geçiyordu, bayramlar birbirini kovalıyordu. Geldi, gelecek, geliyor, derken geldi yine bayram. Biz, yine çaresiz, sarılmadan, öpüşmeden, koklaşmadan, bir masanın etrafında toplaşmadan, gelip geçecek bayramları kovalıyoruz, alev alev yanan şehirlerde.

"Ölümü öp, yemezsen hatırım kalır" diyen akrabalar yok artık, son baklava dilimi bitap düşmüş tepsinin kenarında. Ayran aşı çorbası yaza eşlik edemiyor, buzdolabında ekşiyor. Getir- götürcülerin yolunu gözlüyoruz, hamburgerlere gömülüyoruz. 

Eli kulağında demeye fırsat bulamadan geldi, yanağımıza bir fiske atıp kapımızı çaldı. Az da olsa tebessüm ettirecek gibi hali tavrı, tuhaf olan biz de hal yok. Televizyonlarımızın dışında gidecek yerimiz de yok, buyur edemiyoruz kendini, mahsun, masum bakışıyoruz kapıların önünde. Maksat muhabbet olsun, iki lafın beli kırılsın istiyoruz, ancak büyük ekran telefonlarımızdan sesimizi duyuruyoruz. Seslerimiz boşlukta kaybolup uçuyor sanki, derinlerde bir yerde tıkanıyor, aile buluşmalarımız Zoom odalarına gömülüyor. 

Fizyolojik ve psikolojik kan bağımızın olduğu akrabalar, sıkıcı akraba odaları, saygıda kusur etmemek için kendimizi paraladığımız buluşmalar, eski günlerin hatırlanıp gözlerin dolması, ansızın neşelenmeler, gülüşmeler, bonbon şekeri kıvamındaki kahkahalar kalmadı. Herkes birbirine bir virüs uzaklığında! Bir süper virüs dünyanın etrafında dördüncü turunu atıyor, mutasyondan, varyanta dönüşüyor, hepimizi pert ediyor.

Elimizden tutup, yedi sülale kapısı çaldıran, akraba taallukat içinde hiyerarşik gezi programı düzenleyen büyükler canının derdine düşmüş, aşı konuşuyor. Kim kimin yarına çıkıp çıkmayacağını, bir sonraki bayramda sağ kalıp kalmayacağını bilmiyor. 

"Bugün bayram erken kalkın çocuklar" şarkısı ergenliğimizin taçlandığı günlerde kaldı, duymak istesek de duyulmuyor, tiz bir heyecanla uzaklaşıyor şehrin varoşlarında. Sabahın kör saatinde kapı çalan çocuklar sahillere doluştu, ziller sustu, başlar yastığa gömüldü. 

Bayram eski tadını kaybettiğinin farkında değil, o zamanını bekliyor, gelmeye, kapıları çalmaya devam ediyor. Kafamıza göre takılmamıza aldırmıyor, kapı önü muharebeleri bekliyor bizden. Ne gidecek yer kaldı, ne de gelecek kimse. "Sakın gelmeyin" diyen dayı, amca videoları dolaşıyor internette, komik sanılıyor, tek kişilik gülünüyor. 

Gel de bayram kutla şimdi!

Her şeye rağmen...

İyi Bayramlar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir." M. Kemal Atatürk

"Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor.."